Son zamanlarda tüm dünyada Yeşil Dönüşüm, Yeşil Ekonomi gibi kavramlar çok fazla dile getirilir oldu. Eskiden sadece çevre meselelerini kendine dert edinenlerin konuştuğu bu konu artık tüm dünyanın gündeminde. Tüm ülkelerin, ulusal ve uluslararası tüm kurum ve kuruluşların gündeminde ve gelecek planlarında artık yeşil dönüşüm/ekonomi konusu yer alıyor.

Çevre konusu artık hem insan sağlığını olumsuz etkileyen hem de finansal açıdan olumsuzlukların bir sebebi olan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sağlık kapsamında düşünüldüğünde, örneğin hava kirliliği direk bir ölüm sebebi olarak kabul edilmemekle birlikte 6 milyondan fazla kişinin ölümü ile ilişkilendirilen bir risk faktörü olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’de 1990 yılında hava kirliliği ile ilişkilendirilen ölümlerin sayısı 39 bin iken aradan geçen 29 yılın sonunda bu değer yüzde 13 artarak 44 bin seviyelerine çıkmıştır. Hava kirliliğine bağlı ölümlerinin en fazla olduğu 20’nci ülke olan Türkiye’de 2019 yılındaki ölümlerin yaklaşık yüzde 10’u hava kirliliği ile ilişkilendirilen sebepler nedekiyle gerçekleşmiştir. OECD ülkelerinde ortalama her 100 bin kişiden 31’i hava kirliliği ile ilişkilendirilen ölümler yaşarken bu değer Türkiye’de her 100 bin kişide 54’üdür. Bu soruna bir çözüm olarak yenilenebilir enerji yani yeşil enerji kaynakları önerilebilmektedir. tRanalytics tarafından yapılan bir araştırmaya göre, birincil enerji kaynağı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının payı fazla olan ülkelerde hava kirliliği ile ilişkilendirilen ölümlerin oranı azalmaktadır.

Konu ekonomik açıdan değerlendirildiğinde Paris Anlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi somut belgelerin yanı sıra Döngüsel Ekonomi Eylem Planları, Sanayi 5.0 konuları gibi gittikçe derinleşiyor. Eskiden iklim politikası gibi çevreci konular sanayi ve ekonomi konularından çok ayrı bir yerde konumlandırılırken artık bütünleşik bir sürdürülebilirlik politikası benimseniyor. Pandemi gibi aslında direk ekonomi ile ilgili olmayan bir konunun ekonomiyi bu denli etkilemesi de önümüzdeki dönemlerde çevre konularının ekonominin ayrılmaz bir parçası olacağını gözler önüne serdi. Hatta bir adım ötesine geçilerek düşük karbonlu sektörler değil düşük karbonlu teknolojiler konuşulmaya başlandı. Kısaca, düşük karbonlu teknoloji ile dönüşen sektörler düşük karbonlu sektörler haline gelebiliyor. Örneğin inşaat sektörü geleneksel sektörlerin başında gelmekte. Burada düşük karbonlu teknolojilerle üretilen malzemeler kullanıldığında sektör de dolaylı olarak düşük karbonlu sektörler kategorisine geçecektir. Dünya Bankası’nın verilerine göre, 2019’da sadece inşaat malzemelerinin üretimi ve taşınmasından kaynaklı karbon emisyonları, dünyadaki toplam emisyonların yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmuş. Zira yapılan araştırmalar gösteriyor ki çimento sektörü bir ülke olsaydı Çin ve Amerika’dan sonra en fazla karbondioksit salınımı yapan ülke olarak 3. sırada yer alırdı.

Ekonomilerin yeşil ekonomiye dönüşmesi son dönemde Paris Anlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi belgelerin de gündeme gelmesini sağladı. Avrupa Yeşil Mutabakatı, karbon salınımını 2030 yılına kadar yüzde 50 azaltmayı, 2050 yılında ise sıfır düzeyine çekmeyi öngören bir çağrıdır. Ancak daha bütünlüklü değerlendirmek gerekirse Avrupa Yeşil Mutabakatı dijital dönüşümle birlikte tasarlanan yeni bir büyüme stratejisine işaret etmektedir. Sürdürülebilir bir büyüme stratejisi olarak dikkat çeken mutabakatın yeni iş imkânları yaratması ve yaşam kalitesini artırması bekleniyor. ABD de kendi içinde benzer bir yaklaşımı benimseyerek Yeni Yeşil Mutabakat olarak isimlendirdi.

Paris İklim Anlaşması ise 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) Paris’te yapılan toplantıda gündeme gelen Sanayi Devrimi’nden bu yana ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derecenin altında tutmayı, mümkünse 1,5 derecede sınırlandırmayı amaçlayan bir anlaşmadır. Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı 2016 yılında imzalayan ilk ülkelerden biri olmasına karşın henüz anlaşmayı onaylamamış 6 ülkeden biridir (anlaşmayı imzalamayan diğer ülkeler: Eritre, Irak, İran, Libya ve Yemen).

Bütün bu konular konuşulurken peki ne yapılması gerekir sorusu da hızla gündemdeki yerini almaktadır. Ülke olarak yeşil dönüşümü benimsemek ve uygulayabilmek için öncelikli olarak yerelde atılacak adımlar önem arz etmektedir. Yeşil ekonomi stratejisi tasarlayabilmek için yerelde belirlenecek yol haritaları ve araçlarının yani yeşil dönüşüm stratejisinin tasarlanması gerekmektedir. Biz ATSO olarak yakın zamanda açıkladığımız, 2021-2024 dönemlerini kapsayan stratejik planımızda beş farklı eksende dönüşümü birlikte yönetmeyi tema olarak belirledik. Belirlediğimiz beş farklı eksenden birisi çevreci dönüşüm bir diğeri de dijital dönüşümdür (diğer üç eksen yaratıcı dönüşüm, özgün ve kimlikli yerel ekonomi dönüşümü ile sosyal ve kurumsal dönüşümdür). Bu amaçlarımıza ulaşabilmek için kendimize hedefler koyduk ve bu hedefleri gerçekleştirebilmek için çeşitli eylemler belirledik. Ancak hem çevreci dönüşümü hem de dijital dönüşümü tek başına bir kişi veya kurumun üstlenebilmesi mümkün değil. Bu nedenledir ki “Dönüşümü İş Birliği Ağları ile Yönetiyoruz” sloganı ile yola çıkarak bu süreçte tüm paydaşlarla birlikte hareket etmeyi istiyoruz. Hem sağlık hem de ekonomi için hem yerelde hem ulusalda hep birlikte hareket edilmesi ve kaynakların verimli kullanılması için mükerrer proje ve etkinliklerin birleştirilerek; kaynak ve enerjilerin yeşil dönüşümün gerçekleşmesi için harcanması önem arz etmektedir.

Seçil Gülbudak Dil

Müşavir

Yararlanılan Kaynaklar

Anadolu Haber Ajansı – Prof. Dr. Elif Nuroğlu’nun 24.03.2021 tarihli “Yeşil Mutabakat Küresel Ekonomide Dengeleri Nasıl Değiştirecek?” başlıklı yazısı

Dünya Gazetesi – Selin Arslanhan’ın 29 Mart 2021 tarihli “Yeşil Dönüşümü Akıllı Belediyeler Tetikler” başlıklı yazısı

Medium – tRanalytics “Yeşil Enerjiye Geçiş, İnsan Sağlığı için Neden Acil Bir Eylem?”

SEFiA Direktörü Bengisu Özenç’in TEPAV için hazırladığı “Türkiye Paris’e Ne Kadar Uzak? Paris İklim Anlaşması’nda Çok Tartışılan, Az Bilinen Doğrular” başlıklı yazısı